Raporu tavşanli çevre topluluğU


sayfa1/5
d.ogren-sen.com > Doğru > Raporu
  1   2   3   4   5
Yakma Tesislerinin İnsan, Çocuk Sağlığı

ve Çevre Üzerine Etkileri Hakkında
2012 Haziran

Raporu

TAVŞANLI ÇEVRE TOPLULUĞU

Tavşanlı’da Kurulması Düşünülen Yakma Tesislerinin Çevre ve İnsan Sağlığı İçin Ciddi Sorunlar Oluşturması Beklenen Bir Durumdur

Önsöz
Ülkemizdeki zehirli kimyasal atık sorununa ‘yakma tesisleri’ ile çözüm aranıyor. Bu çerçevede Tavşanlı’ya atık yakma tesisi kurulması gündemde. Eğer tesis kurulursa, Türkiye’nin dört bir tarafından gelen kimyasal atıklar bu tesiste yakılacak.
Öte yandan dünyada birçok ülkede, eyalette hâkim olmaya başlayan strateji, atıkları yakma tesislerine göndermeden geri dönüşüm vb. teknolojileri kullanarak tekrar dönüşüme kazandırmaktır. Örneğin İtalya, İspanya, İngiltere, Kanada, Kaliforniya gibi ülkeler bu işe koyulmuşlar ve kısa zaman içinde çarpıcı sonuçlar elde etmişlerdir. San Francisco atıklarının %72 si için zaten bu geri dönüşümü kullanmakta idi. 2010 yılındaki hedefi ise %75 ve 2020 yılında tüm atıkları için bu yöntemi kullanmayı hedeflemektedir. İtalya’da 200 yerde etkili somuçlara ulaşılmıştır. Örneğin Novarra’da 18 ay içinde %70 ulaşılmıştır. Salerno bir yıl içinde %18 den %82 ye ulaşmıştır. Öte yandan Tavşanlı’da kullanılmak istenen teknoloji ise geri dönüşüm teknolojisi filan değildir. Ama ısrarla entegre geri dönüşüm teknolojisi olarak halka anlatılmaya çalışmaktadır.
Peki yakma tesisleri kimyasal atık sorunu için bir çözüm mü yoksa daha büyük problemlerin tetikleyecisi mi?
Aslında çok detaylı incelendiğinde görülecektir ki yakma tesisleri kimyasal atıklar için iyi bir çözüm değildir. Üstelik yakma tesisleri birçok tehlikeli kimyasal maddeyi serbest hale getirerek ilerde çok daha büyük sorunların alt yapısını hazırlamaktadır. Sanki zehirli atık yığınları içindeki zararlı canavarlar uyandırılıp öfkelendirilerek çevreye ve insanlara zarar vermeleri sağlanmaktadır.
Yakma sonucu ortaya çıkan ağır metallerin (cıva, kadminyum, arsenik, kurşun vb.) yok edilme durumu yok. Tam tersine bunlar yakma sonucu hem baca gazında partiküler madde olarak hem de külde açığa çıkarak çevreye yayılabilir duruma geliyor. Ve rüzgarla taşındığı alanlarda, suya karışarak suyla ulaştığı alanlarda yaşayan tüm canlıların yaşamını olumsuz etkiliyor. Yine yakma sonucu ortaya çıkan dioksin, furan ve daha bir sürü organik kimyasalın ne ölçüde yok olacağı belli değil. Dioksini kontrol altına almaya çalışmak azot oksit oluşumunu hızlandırabilir. Azot oksit ise azot dioksite dönüşerek birçok sorun yaratabilir. Yine yakma sonucu filterelerde veya külde biriken tehlikeli maddelerin ne şekilde saklanacağı ve korunacağının belli bir cevabı yoktur. Bu açıdan bakıldığında yakma tesisleri günü kurtarma ve insanları kandırma türünden çözümler olup çevre ve ekoloji için uygun çözümler değildir.

Yakma sonucu oluşan küllerin nasıl yok edileceği de başlı başına büyük problemdir. Yakılan maddelerin %30-50’si kül ve cüruf haline gelmektedir. Yani ciddi miktarda bir kül oluşmaktadır. Ve oluşan külde son derece zehirli kimyasal maddeler vardır. Bu kül ne kadar zaman güvenli biçimde, hiç çevreye sızma olmaksızın saklanabilir? Birinci deprem bölgesi Kütahya’da sızmanın olmayacağı biçimde bu atıklar yeraltında saklanabilir mi? Yeraltı suları bundan zarar görmez mi? Bunlar hala yanıt bekleyen önemli sorulardır. Tehlikeli maddeler suyla ve hava ile taşındığı her yerde yaşayanları tehdit edeceği açıktır. Bu sorunlar yok sayılmakta ve bu etkiler halka açıklanmamaktadır.
Üstelik bu tür tesislerin orta ve uzun vadede çevre, ekoloji ve insan sağlığına çok ciddi zarar vermeleri söz konusudur. Açığa çıkan dioksin, metal, kadminyum, kurşun ve diğer organik kirleticiler gibi maddeler son derece tehlikelidir. Örneğin dioksin, furan gibi organik kirleticiler kalıcı olup doğada bunları yok edecek mekanizma yoktur. Yine bu maddeler bioakümülatif özelliğe sahiptirler. Yani bu maddeler küçük bir canlıdan bunları tüketen başka bir canlıya geçtiklerinde inanılmaz biçimde artarlar. Küçük canlılarda son derece az miktarlarda ve önemsenmeyecek ölçüde olan miktar besin zinciri içinde birden bire katlanarak son derece tehlikeli, zarar verici hatta öldürücü boyutlara ulaşabilir.
Yine cıva ve diğer ağır metal tozlarıyla, dioksin ve furan gibi organik kirletici maddeler rüzgar ve hava; su ve gıdaların da yardımıyla son derece uzak yerlere taşınabilir. Bu yüzden orta ve uzun vadede bu tür tesisler son derece uzak yerlerdeki yerleşim yerlerini bile etkileyebilir. Bugün kutuplarda yaşayan insanların en fazla düzeyde bu tür zehirli maddelerden olumsuz şekilde etkilenen topluluklar olması tesadüfi değildir.
Bunun yanında bu tür kirleticiler son derece düşük dozlarda bile zararlı olabilirler. Özellikle fetüs ve çocuklar son derece düşük dozlarda bile bu maddelerden olağanüstü şekilde etkilenebirler. Yine sinerjik etkiden dolayı ağır metaller ve diğer kimyasallarla birlikte bu etki çok büyük ölçüde artabilir ve inanılmaz derecede tahribatlar yaratabilir.
Bu maddeler genleri bile değiştirdiği için oluşan zararlar böylelikle kuşaklar boyunca taşınabilir. Doğacak çocukların bağışıklık sistemlerinde, zekalarında son derece ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Sonunda çocuklarda ciddi hastalıklar ortaya çıkabileceği gibi davranış bozuklukları, öğrenme güçlükleri, bilişssel bozukluklar, bağışıklık sisteminin zayıflaması, otizm, zeka düşüklüğü görülebilir. Bunlar son derece ciddi sorunlardır. Bu hasarlar genelde kalıcı olduğu için, çocuklar oluşacak zarardan tüm hayatları boyunca, gerek okulda, gerek iş yaşamında son derece olumsuz etkilenecektir. Örneğin çocuk öğrenme güçlüğünden dolayı okulda başarı problemi yaşayacak, yine zekada meydana gelen problem çocuğun ilerde iş yaşamını da son derece kötü bir şekilde etkileyecektir.



Joel Levy “Kıyamet El Kitabı” isimli kitabında bunu şöyle yazıyor1:
“KOK’ların, endokrin bozucuların ve kurşun ve cıva gibi zehirli madenlerin doğadaki düzeyleri artıp ve bunlar insanların vücutlarını zehirlemeye devam ederse gelişmiş ülkelerdeki mevcut sağlık alt yapısı yetersiz kalabilir, gelişmekte olan ülkeler ise tamamen ezilir. Doğurganlık oranları dramatik biçimde düşerken hamileliklerde bebeklerin doğuma kadar sağ kalma şansı aşırı ölçüde azalabilir. Sağ kalanların da sakatlıkları ya da doğuştan gelen hastalıklarının olması ve fiziksel ve zihinsel olarak önceki nesillerden aşağıda olmaları ihtimali çok yüksek olacaktır. Bu arada da yetişkin nüfusta da kanser, bağışıklık bozukluğu ve genetik(doğuştan gelen) hastalıkların oranı fırlayacaktır. Doğal hayat da olumsuz etkilenecek, özellikle hassasmış gibi görünen amfibi ve sürüngen hayvanların popülasyonları çarpıcı biçimde azalırken primadin en üstündeki kutup ayıları ve yunuslar gibi yırtıcı hayvanlar yok olacaktır.”
Joel Levy’nin söyledikleri kulağa abartı gibi gelebilir ama Levy son derece ciddiye alınması gereken bir uyarı yapmaktadır. Nitekim daha önce yakma tesislerinin kurulduğu yerlerde kanser sayılarında anlamlı bir artış görülmüştür. Tüm bunlar çok geniş araştırma ve bilimsel çalışmalara konu olmuş olgulardır. Bu tür tesislerden de en çok yeni doğacak bebekler olmak üzere çocuklar ile yaşlı ve bağışıklık sistemi zayıf insanlar olacaktır.
Diğer bir önemli unsur da “yakma tesisleri” önemli düzeyde denetim, kontrol, yetişmiş personel, çevre konusunda hesap verebilirlik, kamuya açıklık gibi önemli unsurları gerektiren tesislerdir. Tek başına bürokratik bir denetleme ile bu tür tesisleri denetlemek ciddi sorunlar yaratabilir. Bürokratik yozlaşma, kamuoyuna ve halka hesap vermekten ve şefaf olmaktan kaçınma, özel sektörün çıkarlarına halk sağlığının çıkarlarından öncelikli olarak görme gibi durumlar varsa bu tesisleri kurmak toplum için çok daha pahalıya mal olacaktır. Bu yüzden ülkeleri kıyaslarken, filan ülkede şu var derken, ülkeler arasında hesap verilebilir ve kamuoyuna açık olma, özel sektörden ziyade halk sağlığını ve çevreyi dikkate alma gibi faktörleri de dikkate almak gerekir.
“Şirkete ve söylenlere her zaman güven ve artık soru sorma, Tavşanlı sanayileşecek..” türünden yanıtlar yanıt değildir. Çünkü ne Türkiye ne de Tavşanlı, sanayileşme adı altında kirletilerek ve zehirli atık merkezi haline getirilerek sanayileşemez ve kimsenin çöplüğü olmak zorunda da değildir.
Sanayileşmek demek, doğanın katletilmesi, çevrenin ve ekolojinin yok edilmesi ise o zaman vay halimize....Çünkü sanayileşmek dahil hiçbir şey çevrenin ve ekolojinin üstünde olamaz, çünkü insanoğlu çevreden ve ekolojiden bağımsız değildir ve asla olamaz. Bunu anlamayan toplumlar da defalarca ve defalarca bunun bedelini ödemiş ve ödemeye de devam edeceklerdir. Ama daha da kötüsü de var; “Sanayileşmenin de bir bedeli var,o yüzden buna razı olun” mantığı ile de bu tesisi savunulamaz; çünkü kötü örnek hiçbir zaman örnek olmaz. Her koşulda sanayileşmek isteyenler dokunduğu her şeyi ‘altına’ çevirmekten başka bir şeyi düşünmeyen kral Midas gibi davranmaktadır. Her şey pahasına sanayileşmek isteyenler etraftaki akla gelen her şeyi çimento, çelik, demir ve değerli madenler vb. hale getirmeye çalışırken kral Midas gibi kaybettiklerini görmekten uzaklar. Kaybedilenler biyoçeşitliliktir, kaybedilenler çevre ve ekolojik yaşamdır; aslında kaybedilen bizzat yaşamın kendisidir.
Kimyasal atıkların depolanması, yakılması, ticari olarak başka yerlere satılmasında çok ciddi paralar, kimilerine göre milyarlarca dolar para, rantlar söz konusu olduğu için bu sektör yozlaşmaya açık bir sektördür. Örneğin İtalya’da “Death of Triangle”, ölüm üçgeni denilen yerde yaşananlar bunun bir göstergesidir. Bu bölgede kasabaların birinde yakma, birinde depolama vb. tesisler vardı. Bölgede kanser oranlarında görülen çok ciddi bir artış bu tesisler hakkında kuşkunun oluşmasına yol açtı. Bölgede kanser ölümleri İtalya ortalamasının iki katına ulaşmıştı. Ve sektörün mafyanın elinde olduğu öne sürüldü. Yakma tesisinin bulunduğu Acerra kasabasında zaman zaman büyük gösteriler yapılmakta ve suçlamalar devam etmektedir.
Bu yüzden denetimin ne şekilde, kimler tarafından yapılacağı ve bunun ne derecede güvenilir olacağı, ölçümü yapacak kişilerin şirketin çıkarlarından ziyade halk çıkarlarını koruyup korumayacağı ve bu insanların yeterli bilgi, birikim ve araç gerece, yetkiye ve yasal güvenceye ve korumaya sahip olup olamayacağı, yakma tesisinde ne tür maddelerin yakılacağı, radyoaktif maddelerin yakılıp yakılmayacağı ve yakılması büyük riskler doğuracak maddelerin yakılmasının nasıl önleneceği, tehlikeli emisyonların salınımını önlemek için titiz bir denetiminin ne şekilde yapılacağı ve her türlü yozlaşmalardan ne derece uzak olacağı hususu çok önemlidir. Ve tüm bunlar cevap bekleyen son derece önemli sorulardır.
Yale üniversitesi (çevre sağlığı, ekolojiyi, su kaynaklarını vb. Koruma, vb.) göstergelere göre ülkeler arasında bir sıralama yapmıştı2. (Çevre Performansı –Enviromental Performance Index) Sıralama oldukça geniş kapsamlı araştırma ve kriterlere göre yapılmıştır. Bu sıralamada 2012 yılında Türkiye zayıf bir performans sergileyerek 132 ülke arasından 109. oldu. 2006 yılında ise Türkiye aynı sıralamada 49. idi. Türkiye’nin geçen zaman içinde ciddi biçimde gerilediği apaçık ortadadır.
Tavşanlı’nın daha önceki (Gümüş tesisi ve Balık tesisindeki) yaşadıkları dikkate alındığında, bu tür tesislerin işletilmesi konusunda halka hesap verme, güvenilir ve şeffaf olma gibi önemli noktalara neredeyse hiç uyulmamıştır. Daha yakın zamanda Gümüş tesisindeki barajlarda sızmalar olmuş ve Tavşanlı halkı olası çevre felaketinden en son haberi olanlardan olmuştur. Gümüş tesislerinde siyanür kullanılmakta, siyanür son derece zehirli bir madde olduğu gibi çözücü özelliğinden dolayı arsenik, kurşun, cıva, kadminyum gibi ağır metallerin açığa çıkmasına neden olmaktadır. Durum sadece bununla da sınırlı değildir. Yine Tavşanlı içme suyunun geldiği gölde özel sektöre ait balık çiftlikleri vardır ve bu balık üretim çiftliklerinde balık yetiştirilmektedir. Balıkların nasıl yetiştiği, nasıl yem, ilaç vb. şeylerin kullanıldığı konusunda halka yeterince bilgi verilmemektedir. Görünen odur ki özel sektörün çıkarları halk çıkarlarına öncelikli kılındığı gibi denetimler için gerekli bilgi, birikim, yetişmiş personel, gelişmiş laboratuarlar vb. açılardan yeterli düzeyde olunmadığı konusunda çok ciddi şüpheler ve suçlamalar vardır.
Bazıları 2+2=5 dese bile ve bunu diyenler uzman da olsalar 2+2=4 tür. Ve bazı gerçek ve doğruları anlamak için çok büyük uzman olmaya gerek yoktur. Yeter ki düşünmesini, bakmasını ve görmesini bilelim. Unutmayalım ki geçen yüzyılda sigaranın faydalarını, margarinin kalp dostu olduğunu ve kalp krizini engellediğini, anne sütünün bebeğe zararlı olduğunu iddia eden sözümona ünvanlı bilim adamları vardı. Bugün bu fikirlerin tam tersi bir uygulama vardır ve bunu söyleyen kişilerin para karşılığında şirketlerin amacına hizmet eden kişiler olduğunu herkes bilmektedir.
Nisan 1986 daki Çernobil Faciasının etkisiyle bir çok ülke gibi Türkiye de zarar görmüştü. Özellikle Karadeniz Bölgesinde yetişen çay, fındık gibi ürünlerde radyasyon olmadığı ve gönül rahatlığıyla yenebileceği zamanın Sanayi ve Ticaret Bakanı tarafından ifade edilmişti. Aynı bakan halkı ikna edebilmek için televizyonda çay içmiş ve “Radyasyon olsa bu çayı ben içmem” demişti. 1991 de ise aynı bakan şöyle dedi: “Ben şimdi vicdan azabı çekiyorum. O çaylar ve fındıklar radyasyonlu idi. O zaman devletin menfaatleri gereği bunu söyleyemedik” Umarız ki bu işler artık böyle olmaz. Bir takım ciddi bedeller ödenmeden hatadan vazgeçilir.
Bu yüzden bu uyarı ciddi bir uyarıdır. Ödenecek faturanın çok büyük ve ağır olması söz konusudur. Faturanın en büyük kısmını ise başta yeni doğacak çocuklar olmak üzere gelecek nesiller, bağışıklık sistemi zayıf, hasta, yaşlı kimseler ve bunun yanında tarım ve hayvancılık ile uğraşanlar ödeyecektir. Tavşanlı halkı ve Türkiye kendi çocukları ile kendi sağlıkları için bu uyarıyı dikkate almalıdır.

GİRİŞ

Bugünlerde Kütahya ili Tavşanlı ilçesinde Çobanköy’e endüstriyel zehirli atık yakma tesisi kurulması gündemde. Yine Dünya Bankasının desteği ile bu tür tesislerden 5 tanesinin daha kurulmasının gündemde olduğu söyleniyor.
Bilindiği gibi sanayiide oluşan atıkların yok edilmesi ciddi bir problem. Bununla ilgili olarak şimdilerde ülkemizde düşünülen çözüm yakma tesisi kurmak olarak görülüyor. Yakma tesisinde, sanayi ve kimyasal atıkların yakılarak imha edilmesi söz konusu.
Tavşanlı ilçesi Eti Gümüş tesisindeki barajlarda yaşanan sorunla yakın zamanda dikkatleri üzerine çekmişti. Ve kimi değerlendirmelere göre bu barajlardaki yaşanacak bir taşma, sızma son derece ciddi problemler yaratabilir.(1) Yine sızmadan sonra, Greenpeace tesisin çevresinde kabul edilebilir seviyelerin çok üstünde siyanür bulmuştu. (2)
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası konuyla ilili olarak 10 Mayıs 2011 tarihinde basına şu açıklamayı yapmıştır: “Atıkların tamamının son sete yüklenmiş olması nedeniyle  tehlikeli bir durum ortaya çıkmış olup, bu son setin de yıkılması halinde civarındaki tüm canlı yaşamı tehdit edecek boyutta  bir çevre felaketi yaşanma riski  söz konusu olmuştur.” (3)
TMMOB Çevre mühendisleri odası konuyla ilgili 9 Mayıs 2011 tarihinde şöyle bir açıklama yapmıştır:
“Atık havuzunda biriktirilen 25 milyon ton siyanürlü atık her an baraj seddini aşıp köyleri çamur altında bırakabilir. Bölgede ve tesiste yapılan incelemelerde tesisin yakınında bulunan dört köyün büyük tehlike altında olduğu tespit edilmiştir. Macaristan‘da geçtiğimiz yıl yaşanan ve tüm dünyayı tedirgin eden atık barajı felaketinin 25 katı daha büyüğü Kütahya‘da her an yaşanabilir.
Tesis yetkilileri ve Çevre ve Orman Bakanlığı görevlileri halka ve Meslek Odalarına bilgi vermemektedir. İçme sularında yapılan ölçümlerin sonuçları bir an evvel kamuoyu ile paylaşılmalıdır.(4)

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası ise konuyla ilgili olarak şunları söylemişti:
Siyanürle maden aramanın her an büyük felaketlere gebe olduğunun bilinmesine rağmen bu işletmelerin bir de özel sermayeye devredilmesi riskin boyutlarını arttırmaktadır. 2003 yılında özelleştirilen Eti Gümüş A.Ş‘ nin, gerekli önlemleri almadan üretim kapasitesini iki katına çıkarması bu kaygının ne kadar yerinde olduğunun bir göstergesidir.
Siyanürle maden arama ve üretmenin çevreye, doğaya, insana verdiği bilinen zararlarının yanı sıra özellikle tehlikeli atık depolama tesislerinde ortaya çıkan yapısal kusurlar tehlikeyi olağan üstü arttırmaktadır.


Tehlikeli atık depolama tesislerinde ortaya çıkabilecek yapısal kusurların önlenebilmesinin yegane koşulu yapı üretim sürecinin ciddi şekilde denetlenmesinden geçmektedir. Bugün ülkemizde sadece konut tipi özel yapılar yapı denetimi sistemi ile denetlenmektedir. Kamu yapıları, su yapıları, tehlikeli atık depolama tesisleri vb.lerinin denetlenebilmesi için gerekli mevzuat ve mekanizmalar oluşturulmamıştır.” (4)
TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası ise konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir:

Atık depolama barajındaki sızmalar ve taşmalar neticesinde atık depolama havuzundan siyanürün yanı sıra aktif durumda bulunan ağır metaller (arsenik, kursun, bakır, çinko,antimuan vs.) yeraltı sularına ve besin zincirine karısmaktadır.
Bölgedeki içme suyundan alınan numunenin Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) tarafından yaptırılan laboratuar analizi sonucunda, sudaki siyanür miktarının limit değerden %40 daha fazla olduğu tespit edilmistir.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun ‘Gram sızıntı yok’ açıklamalarına rağmen ÇMO’nun yapmış olduğu ölçümlerle Çevre ve Orman Bakanlığı ve Kütahya Valiliği sızıntının olduğunu kabul etmistir. İlerleyen günlerdeki sızıntılarla birlikte bu miktar daha da artacaktır.
Sızmaların dışında atık havuzundan sürekli olarak buharlasan hidrojen siyanür gazı çevreyi ve insanları zehirlemektedir. (5)
Ve  Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) bölgede çok ciddi düzeyde siyanür bulunduğuna dair bir tahlil yaptırmış ve tahlil sonuçlarını 20 Haziran 2011’deki basın toplantısı ile duyurmuştu. (http://www.sesizmir.org.tr/haber_detay.asp?haberID=407 )
Bunun dışında Tavşanlı ilçesinin yakın çevresinde iki linyit kömürü santrali (Tunçbilek, Seyitömer) bulunmaktadır. Ve yine Bor madenleri de ilçeye yakın bir yerden çıkartılmaktadır. İrili ufaklı maden ocakları da Tavşanlı çevresinde faaliyet göstermektedir. Kuşkusuz tüm bunların Tavşanlı ilçesi için bir risk bedeli ile birlikte yarattığı veya yaratacağı bir takım çevre sorunları vardır.
Geçmişte de ilçe bu sorunların bedelini ciddi biçimde ödemişti. Örneğin Tavşanlı ilçesine bağlı Dulkadir köyü bugün neredeyse terkedilmiş bir köy görünümündedir. Maden tesisleri yüzünden köyün yer altı ve yer üstü suları kirlenmiştir. Bu nedenle köyden son otuz yılda 100’ün üzerinde kişi kanserden yaşamını yitirmiştir. 1970’li yıllarda kurulan Gözeçukur adlı tesisin, kayaçların içinde arsenikle birlikte bulunan “antimuan” maddesini çıkardıktan sonra geriye kalan arseniği açıkta bırakmasının ölümlere neden olduğu belirtilmişti. (6) Öte yandan bu köyün yakınındaki gümüş madeni bugün faaliyetini hala sürdürmektedir.
Tüm bu ve buna benzer çevre sorunları ortada iken “yakma tesisleri” için neden Tavşanlı’nın seçildiğini anlamak zor. Aslında her şeyden önce şunu tartışmak gerekiyor yakma tesisleri sanayii atıklarını etkisiz hale getirmede iyi bir çözüm mü?

  1   2   3   4   5

sosyal ağlarda paylaşma



Benzer:

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconT. C. ÇEvre ve orman bakanliğI Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconTürkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconPera Film, Avrupa Azerbaycan Topluluğu (teas) işbirliğiyle, Azerbaycan...

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconİsimler dilde bir kimseyi (Mr. Smith-Jane), soyut kavramları (beauty-anger),...

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconRaporu I. GİRİŞ

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconRaporu 2008

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconKurulduğu günden bu yana ileriyi görme becerisi, harekete geçme cesareti...

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconRaporu şubat 2006

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconRaporu 06 mayis 2016

Raporu tavşanli çevre topluluğU iconRaporu işletmenin Lokasyonu


Yasa




© 2000-2018
kişileri
d.ogren-sen.com